top of page

Taş Devri Diyeti - bölüm 2

Taş Devri Diyeti (Paleo Diet) ile beslenmeye geçince, kendimde gördüğüm olumlu değişimlerden vazgeçmek istemedim. Çevremdeki bazı tanıdıklarım "Artık kendini iyi hissettiğine göre, eski yediklerini yemeye başlayabilirsin." dediler. Asıl konu şu. O eski yediklerim vücuduma zarar verdiği için sağlığım bozulmuştu. Tekrar o gıdalara dönmek, durumu eski haline döndürecekti ve ben bunu istemedim. Genel olarak diyet yapan insanlar bilirler. Akıldaki hayal şudur. Bir süre çoğu gıdadan uzaklaşıp ideal kiloya inmek ve sonra hiç sınırlamadan yemek yemek ama kio almamak. Tabi böyle bir Dünya olmadığı için kısa süre sonra eski kilosuna dönerler. Yaşam şekli değişikliği ile neyin anlatılmak istendiğini ben anladım. Kendinize yeni bir yol çiziyorsunuz ve aralıksız o yolda ilerliyorsunuz. İstisna yapayım dediğinizde o yoldan sapılıyor ve bir istisna bir diğerini kovalıyor. Sonra siz o değişimi yapamadığınız için kendinizi suçlayıp, duruma stres ekleyip kötüleştiriyorsunuz. Size kendi yaşadığım bir örneği anlatınca bu konudaki kararlılığımı anlayacaksınız :) Eşim Antepli, yemek ve lezzeti onun için çok değerli. Onun elinin ürettiği lezzetleri tadmak güzel şey. Birkaç yıl önce, birlikte Antep'e gittiğimizde yediğim baklavalar o kadar güzeldi ki ben Bursa'ya dönünce neredeyse hiç baklava yemedim. Çünkü burada satılan baklavayla, oradakinin arasında uçurum vardı. Bu yıl içinde, Antep'ten kuru patlıcan vb. şeyler sipariş verip kargo ile getirttik. Sağolsun yakınlarımız beraberinde bize baklava da göndermişler. Eşim baklavaya baktı ve "Yemeyecek misin ?" dedi. Ben "Yemeyeceğim." dedim. Önceden olsa aramızda hafif ölçekli bir yarış ile bu baklava iki günde biterdi. Bu sefer evde yarışacak kimse yoktu. Eşim "Bence arada sırada istisna yapsan birşey olmaz. Ben evde yokken de yiyebilirsin." dedi. Ona bu diyeti kendim için yaptığımı ve evde olup olmamasının birşey değiştimediğini söyledim. Şaşırdı ve sanırım beni pek anlamadı. Şimdilerde çevremdekiler beni böyle kabul ettiği için, beni evlerine davet ettiklerinde, benim yiyebileceğim yiyecekler hazırlıyorlar. Böyle arkadaşlarım olduğu için çok şanslıyım.

Yediklerimiz ruh halimizi belirliyor. Buna en iyi örnek olarak şunu verebilirim. Bir arkadaşımın babası gergin ve sinirli bir yapıya sahipmiş. Bu yapısı nedeniyle aile bireyleri, evde kavga çıkmasın diye ekstra çaba harcıyormuş. Neden sonra bir şekilde hastaneye gitmesi gerekince şeker hastası olduğu ortaya çıkmış. Tatlı şeyleri yemeyi azaltınca bambaşka bir insana dönüşmüş. Çok daha sakin bir kişi olmuş. Yani yıllarca yediği gıdalar onu farklı bir insana dönüştürmüş ve sadece kendisini değil, ailesini de pek çok mutluluktan bilmeden alıkoymuş. Yakınlarda öğrendim ki arkadaşımın babası tekrar şeker ve unlu gıdalar tüketmeye başlamış. Ciddi bir görme kaybı oluşmuş. Bu durumu anlamak gerçekten çok zor. Bir gıda sizin vücudunuz üzerinde bu denli kötü etkiye yol açıyor ve siz hala o gıdayı kullanmaya devam edebiliyorsunuz. Sanırım bağımlılık bu olsa gerek. Kokainden sekiz kat fazla bağımlılık yapan bu gıda vücudunuzu ele geçiriyor, sizin ruh halinizi ve nası davranacağınızı belirliyor.

Çok daha çarpıcı bir örnek vereyim. Geçen gün bir arkadaşım ile sohbet ediyordum. Arkadaşımın bir buçuk yaşında bir oğlu var. Anne sütü alırken çok uyumlu ve mutlu olan oğlunun, şimdilerde hırçın olduğundan, yapısının tümüyle değiştiğinden bahsetti. Bebeği, anne sütünden sonra ek gıdaya geçince doktor inek sütü, Cicibebe bisküvisi ve bazı hazır mamaları önermiş. Anne, doktorun bu önerisinin dışında bazı çorbalar ve püreler de vermiş oğluna. İlk başlarda bu çorba ve püreleri yiyen çocuk, son dönemlerde bunları yememeye ve kusmaya başlamış. Oysa süt ve Cicibebe'yi hiç sorunsuz tüketiyormuş. Şimdi sadece süt ve bisküvi karışımını yemeye ve diğerlerini yememeye başlamış. Son dönemlerde sinirli ve huysuz bir ruh halindeymiş. Çokça orta kulak iltahabı olmuş. Bir buçuk yaşındaki bir bedende şeker ve unun etkileri ne kadar rahatlıkla gözlemleniyor değil mi ?

Peki şeker ve un (ya da glutenli gıdalar ki bunlar vücutta şeker gibi davranıyorlar) bu denli bağımlılık yapıcı bir etkiye sahipse, ondan nasıl kurtulacağız ? Kesinlikle irade ile değil. Daha doğrusu iradenizi bir miktar kullanmanız gerekecek ama asıl değişimi sağlayan şey, doğru yağları tüketmeniz. İnsanın gıda piramidinde ilk sırada yağlar yer alıyor. Daha da ilginci doğru yağlardan yedikçe fazla kilolarınızdan da kurtuluyorsunuz. Kulağa garip geliyor ama bu konudaki örnekler o kadar çok ki. Bu konuda yazılmış kitap bile var. Eskiden kırmızı etteki yağları ve tavuğun derisini yemezdim. Şöyle bir düşününce pek yağ tüketmediğimi gördüm. Vücutta çok önemli yeri ve görevi olan yağlar olmadan gene iyi idare etmişim. Omega-3 içeren yağları bolca tüketince, şekerli ve unlu gıdalara olan istek azalıp bir süre sonra yok oluyor. Hem de bir hafta içinde. Yok artık diyebilirsiniz. Neden daha önce kimse bunu size söylemedi değil mi :) Ben de öyle düşündüm. Bu kadar basit bir çözümü neden bilmiyordum. Neyse artık biliyorsunuz. Önemli olan bu. Omega-3 içeren yağlar hangileri ? Çiğ badem, ceviz gibi kuru yemişlerin içindeki yağlar (marketten alınmamış olmalı), köy tereyağı, sadeyağı, avokado, vahşi balıkların yağları (çiftlikte yetiştirilen olmayacak), soğuk sıkım zeytinyağı, hindistan cevizi yağı, endüstriyel çiftlikte yetişmeyen hayvanların vücutlarındaki yağlar (yani kuyruk yağı dahil, eskiler bu işi biliyormuş dedirten bir durum). Kimilerinizin "Demet bunların bazıları damar tıkanıklığı yapmıyor mu?" dediğinizi duyar gibiyim. Hayır, damar tıkanıklığı yapan bu yağlar değil. Bu konu hakkındabu bu ve şu yazıya bakabilirsiniz. Damar tıkanıklığına yol açan şeker, gluten (unlu gıdalar) ve işlenmiş gıdalardaki omega-6 yağları. Doktor Mark Hyman'ın bu yazısında, bu alanda yapılmış bazı deney grupları ve sonuçları var. Yani son 100 yıldır yediğimiz gıdaların büyük bölümünün zararlı gıdalar olduğunu görüyoruz. Bence bu kadar çok zararlı faktöre karşı vücudumuz gene iyi mücadele ediyor. Nasıl mükemmel bir tasarım olduğunu buradan bile görebiliriz.

Yeterince sağlıklı yağ tüketip tüketmediğinizi şu şekilde anlayabiliyorsunuz. Kuru, kaşınan bir cildiniz varsa, kolay kırılan, katmanlarına ayrılan tırnağınız varsa, sert ve ağrıyan eklemleriniz varsa, hafızanız zayıfsa, bir konuya odaklanmakta güçlük çekiyorsanız, kilo alıyorsanız bu belirtiler yeterince yağ tüketmediğinizi işaret ediyor. Ben cilt kuruluğu, tırnak kırılması, hafıza konusunda belirtiler gösteriyordum. Hatta bir gün yüzüm için krem almaya gittim. Krem türlerini gösteren bayan, yüzümde bir kremden denedi ve gözlerindeki büyümeyi gördüm :) "Normalde bu miktar yeterli oluyor ama sizin cildiniz o kadar hızlı emdi ki miktar yeterli gelmedi." dedi. Ben o cildi içeriden hiç beslememişim ki dıştan sürülen krem yeterli gelsin :) Şimdi bakınca tüm taşlar yerine oturuyor. Ablam geçenlerde bana "Eskiden kilo almayayım diye tereyağını çok az tüketirdim, senin yediğin tereyağı miktarını gördükten sonra korkusuzca yemeye başladım." dedi :) Ona ilham vermişim, ne güzel.

Anlayacağınız yediklerimiz hayatımızı şekillendiriyor. Size bir soru sormak istiyorum. Sizce neden çevremizdeki pek çok kişi depresyon ilacı kullanıyor veya tüp bebek tedavisi görüyür ? Averaj bir insan özelliği olan çocuk sahibi olabilme özelliği, neden bu kadar çaba ve bütçe harcanması gereken bir duruma dönüştü ? Bu iki konunun kökeninde de yanlış beslenme yer alıyor. Yanlış beslenme sonucu bağırsak yapısı bozuluyor ve sızıntılı bağırsağa (leaky gut) dönüşüyor. Bağırsak duvarının sızdırmaz yapısı bozuluyor ve bağırsak duvarı arasında boşluklar oluşuyor. Bu boşluklardan sindirilmemiş gıdalar kana karışıyor. Oysa kan içinde bu maddelerin asla yer almaması gerekiyor. Kan yolu ile beyne taşınan bu maddeler, beyinde toksik atık olarak birikiyor. Beynin olması gerektiği gibi işlemesini engelliyor. Böylece insanın depresyona girmesine yol açıyor. Bu değişim yavaş yavaş olduğu için kişinin kendisi pek farkına varamıyor. Yıllar içinde süreç gittikçe kötüleşiyor. Kana karışan bu maddelerin zararı bunla bitmiyor tabi. Sadece depresyona girmekle kalmıyorsunuz, ayrıca otoimmün hastalıklar (bağışıklık sistemi hastalıkları) yaşamaya başlıyorsunuz.

Otoimmün hastalık ne mi ? "Bir canlının savunma sisteminin, kendi vücut hücrelerine de saldırması ve kendi vücut hücreleri yok etmeye çalışması. Bağışıklık sistemimiz, bizi zararlı maddelerden, bakteri, virüs, mantar gibi mikroorganizmalardan, toksinlerden korumaya yönelik programlanmıştır. Vücudumuza giren her madde bağışıklık sistemimiz tarafından değerlendirilir, yabancı ve zararlı olanlar ayıklanır ve yok edilir. Bağışıklık sistemimizde yabancı olarak algılanan ve yok edilmeye çalışılan maddeye maruziyet çok artarsa aşırı yüklenme başlar." Yani kana karışan bu gıda parçalarını gören bağışıklık sistemi, bu sıra dışı durum ile savaşmaya başlıyor. Günde 3-5 kez yemek yediğinizi ve bağırsağınızın günde 3-5 kez bu sindirilmemiş gıdaları kanınıza sızdırdığını düşünün. O bağışıklık sistemini, her gün bu sıklıkla çalıştırıyorsunuz ve o sistem bunun üstesinden gelememeye başlıyor. Mesela hangi hastalıklar otoimmün hastalıklardır ? Seksende fazla türü olmakla birlikte başlıca otoimmün hastalıklar Romatoid Artrit, Multipl Skleroz (MS Hastalığı), Tip 1 Şeker Hastalığı, Sedef Hastalığı, Haşimato Hastalığı, İltihaplı Bağırsak Hastalığı, Damar İltihabı (Vaskülit), Lupus Hastalığı, Grave Hastalığı, Miyasteni (Myasthenia Gravis).

Özetle otoimmün hastalıklarda, vücut kanda olmaması gereken bu yabancı maddelere savaş açıyor. Bağışıklık sistemi kendince bu durumu düzeltmeye çalışıyor. Bağırsakların sızıntılı yapısı önlenmedikçe bu yabancı madde girişi durmuyor. Vücudun başlattığı bu savaştan vücut organları etkileniyor. Örneğin bende uyuşukluk oluştu. Kullanmam önerilen ilaçlar vücudun bağışıklık sistemini baskılayan ve savunma amaçlı çalışmasını önleyen ilaçlar. Bağışıklık sistemi devre dışı olunca belki vücut uyuşmuyor ama diğer tüm hastalıklara karşı da savunmasız kalıyor. Yani ilaç bu konuda çözüm değil bence. Bizim o bağışıklık sistemine ve bu sistemin düzgün çalışmasına gereksinimimiz var. İnsan vucudu çok karmaşık ve harika işleyen bir sistem. Uygun şartlar sağlandığında kendini tümüyle yenileyebilen ve iyileştirebilen bir mekanizma. Bizim tek yapmamız gereken ona uygun şartları ve besinleri sağlamak. Gerisini o hallediyor zaten. İlaçlar genelde hastalığı iyileştirmek üzere değil, hastalık belirtilerini yok etmek üzere tasarlanmış durumda. Örneğin başınız ağrıdığında, ağrı kesici alıyorsunuz. Bir süre sonra ağrıyı hissetmiyorsunuz ama ağrı vücutta devam ediyor. O ağrıyı oluşturan nedenler hala var olmaya devam ediyor. Aslında ağrı kesici almak, sadece kendimizi kandırma yöntemi. Sizin artık hissetmiyor olmanız birşey değiştirmiyor. İnsan vücudunu hala tümüyle çözümleyememiş durumdayız. Bu nedenle kullandığımız ilaçlar bazı alanlarda bizi rahatlatsa bile, yan etkileriyle başka alanlarda zarar veriyor. Vücudun milyonlarca yıldır oturttuğu işleme şeklinde, ilaç kullanma gibi kestirme yollar yok bence. "Demet ne öneriyorsun ?" diyor olabilirsiniz. Okuduklarımdan ve deneyimlediklerimden öğrendiğim şu. Hepimiz belli oranda kendi doktorumuz olacağız. Bu 3-5 yılımızı alabilir ama zamanımız var, öyle değil mi ;) Yediklerimize dikkat edeceğiz. Örneğin belirli bir gıdayı yediğimizde, vücudumuz çok gaz yapıyorsa, bu belirti vücudumuzun bu gıdayı iyi bir şekilde sindiremediğini gösteriyor. Belirli bir gıdayı yedikten sonra kendinizi çok yorgun hissediyorsanız, o gıda sizin için faydalı bir gıda değil demektir. Yani vücudumuzu gözlemleyeceğiz ve tanıyacağız. Çok çarpıcı bir örnek vereyim. Beslenmemi değiştirdiğimden beri bir kez bile grip olmadım. Bağışıklık sistemim gereksiz konularla yorulmadığı için, dıştan gelen virüslerle mücadele edebiliyor ve asıl görevi olan konulara odaklanıyor.

Tıpta branşlaşma vücudun geneline bakışı engelliyor. Bununla ne demek istiyorum. Bir örnek üzerinde açıklayayım. Benim beş-on yıldır ara ara gözüm kaşınıyordu. Epey zaman önce doktora gittim. "Neden oluyor bu kaşıntı ?" dedim. Doktor bana "Oluyor." dedi. Cevap pek açıklayıcı değildi. Bana gözü steril edici bir damla yazdı. "Bunu kullan. Gene olur ama bir süre rahatlarsın." dedi. Geçen yıl öğrendim ki bağırsaktaki zararlı bakterilerin (örneğin Candida) vücutta etkin olması nedeni ile gözde böyle kaşıntıya yol açıyormuş. Şimdi göz doktorunun uzmanlaştığı alan göz, bağırsaklar değil. O doktora bu bağırsak-göz ilişkisi öğretilmediyse bana nasıl yardımcı olabilir ? Gerçekten de damlayı kullanmayı bitirince kaşıntı tekrar başladı. Fonksiyonel tıp (bu linkten konuya dair detaylı bilgiye ulaşabilirsiniz) adı altında tüm vücudun birbiri ile ilişkisini bilen bir tıp alanı var. Bu alan insan vücuduna bütünsel yaklaşım (holistic approach) gösterdiği için 5-10 farklı alandaki doktora değil, bir doktora gidiyorsunuz ve o doktor sizi yapmanız gereken şeyler konusunda yönlendiriyor. Belli alanda uzmanlaşan doktorlar gerekli değil demiyorum ama ilk başvurmamız gereken nokta onlar değil bence. Benim göz kaşıntıma ne mi oldu ? Beslenmemi değiştirdiğimden beri çok azaldı. Bir süre sonra hiç kalmayacağına inanıyorum. Gaps kitabında, düzgün beslenince vücudun kendini tümüyle toparlaması iki yıl sürer diyordu. Sanırım gidilecek biraz daha yolum var.

Öğrendim ki doktorların sihirli değnekleri yok. Herşeyi onlardan beklemememiz gerekiyor. Bu vücutta yaşayan biziz ve onu herkesten iyi tanımak bizim görevimiz. Bu bilince kırk yaş öncesinde ulaşmayı isterdim ama zararın neresinden dönsem kar :) Kendi kendimin basit seviyede doktoru olduktan sonra bazı şeylere dikkat etmeye başladım. Örneğin Gaps kitabından öğrendiğim şu bilgi çok işime yaradı. Vucudun düzgün çalışması için belli minerallere de gereksinimi var. Magnezyum bunlardan biri. Magnezyum (vücutta daha iyi emildği için özellikle magnezyum sitrat) kasların gevşemesini sağlayan bir mineral. Ve sizin yediğiniz gıdalardan aldığınız her bir şeker molekülü, vücudu terk ederken 26 tane magnezyum molekülünü kendine bağlayıp gidiyor. Bu ne demek ? Siz magnezyum içeren gıdalar alsanız bile, yediğiniz şekerli gıdalar, o magnezyumu kullanmanızı engelliyor ve o mineral kendini tuvalette buluyor :) Peki yeterli magnezyum alamayan size ne oluyor ? Hayatın eklediği stres karşısında vücudunuz gevşeme olanağı bulamıyor çünkü onun için gerekli magnezyum yok. Siz gerildikçe geriliyorsunuz. Stres seviyesi artıyor. Akşam yeterli uyuyamıyorsunuz ya da dinlendirici bir uyku olmuyor. Sabah yorgun ve isteksiz kalkıyorsunuz. Yataktan kendinizi söküp almak için sadece iradenize yükleniyorsunuz. O irade sizi nereye kadar götürebilirse artık ! Ama tek seçeneğiniz bu değil. Başka yollar da var. Bu döngüyü kırabilirsiniz ve bunun için gerekli olan şey irade değil. Güzel bir haber değil mi :)

Yazıma burada ara vereyim. Bir sonraki bölümde görüşmek üzere hoşçakalın ;)

<img src="https://images.squarespace-cdn.com/content/v1/540d8c5ae4b02405057a24b0/1499613941703-D89GEWBVG24KZ3OX43UW/tas-devri-diyeti-bursa-demet-argun" alt="Dağda bu köşe koltukla karşılaştık. Konforuna düşkün insanlar var aramızda :) Oraya çıkarıp koymak kimin fikriydi bilemiyorum. Açık havada olduğu için biraz kirliydi. Ucundan ilişip poz verdim.Fotoğraf: Aykut Güngör" />

Dağda bu köşe koltukla karşılaştık. Konforuna düşkün insanlar var aramızda :) Oraya çıkarıp koymak kimin fikriydi bilemiyorum. Açık havada olduğu için biraz kirliydi. Ucundan ilişip poz verdim.Fotoğraf: Aykut Güngör

Dağda bu köşe koltukla karşılaştık. Konforuna düşkün insanlar var aramızda :) Oraya çıkarıp koymak kimin fikriydi bilemiyorum. Açık havada olduğu için biraz kirliydi. Ucundan ilişip poz verdim.

Fotoğraf: Aykut Güngör

1 görüntüleme

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page